“Avcılık Spor Değil

İsmail Erdal

09-10-2024 12:17

“Avcılık Spor Değil: Büyük Küçük Demeden Her Can Aynı Değerdedir”

1968 yılında öğretmen okulundan mezun olduktan sonra ilk görev yerim Amasya ili Taşova ilçesine bağlı Gökpınar köyü oldu. Gökpınar, yolu olmayan, ormanlarla çevrili, doğanın tam kalbinde saklı kalmış bir köydü. Köyün güzelliği, yeşilin her tonuyla ormanlarında sergilenirken, sessizliği ise insana huzur veren derin bir dinginlik taşıyordu. Ulaşımın zor olması, bu köyü biraz izole etse de, halkının samimiyeti ve misafirperverliği her türlü zorluğu unutturuyordu.

Muhtar Arif, o köydeki ilk günlerimde bana en büyük desteği veren, eğitime gönül vermiş, saygı duyduğum bir insandı. Çocukların eğitimi için her zaman büyük çaba gösteren, imkânsızlıklar karşısında bile yılmayan bir karakterdi. Onun sayesinde, öğrencilerle daha kolay iletişim kurup, eğitimde ilerlememiz mümkün oldu. Eğitimle ilgili her türlü yeniliğe açık olan Arif, köyde bir şeyleri değiştirmek isteyen gerçek bir liderdi. Gökpınar köyü, doğanın büyüleyici güzelliklerinin yanında, insanlarının da temiz kalpliliğiyle hatıralarımda hep özel bir yere sahip olacak.

Kış geldiğinde, her yer karla kaplanmıştı ve çevre köylerden avcılar, köy muhtarının misafiri olarak evine gelirdi. O gün de, ava çıkmak için hazırlanan bu misafirlerin ısrarlarına daha fazla dayanamadım ve Pazar tatilinde bir kez olsun bu deneyimi yaşamak için onlara katıldım.

Ertesi sabah, bembeyaz kar örtüsünün altında, ormanın derinliklerinde buldum kendimi. Avcılar birer birer dağıldı, ben ise rüzgâr almayan bir köşede beklemeye koyuldum. Derken önüme bir tavşan çıktı, hem de çok yakın mesafede. O an içgüdüsel olarak tüfeği doğrulttum, tavşanın gözlerine baktım ve garip bir şey fark ettim. Sanki tavşan kaçamayacağını anlamıştı. İki eli havada, adeta bana “dur” der gibi bakıyordu. O bakış beni derinden etkiledi ve bir anlık kararla tüfeği havaya doğrulttum, tavşanı vurmadan ateş ettim. Tavşan hızla ormanın içinde kayboldu.

Av sonu geri döndüğümüzde, diğer avcılar sadece bir tavşanla döndüler ve avlarının iyi gitmediğini söylüyorlardı. İçten içe, tavşanları avlayamadıkları için sevinmiştim.

Avcılık hayatımda, bir kez yaşadığım bir deneyimle sona erdi. O gün bir tavşanla karşılaşmam ve tüfeği ona doğrultmam.  o an tavşanın gözlerinde öyle bir teslimiyet, öyle bir yaşam sevinci görmem, sanki bana “dur” der gibi ellerini kaldırması, İşte  o gün, yalnızca bir tavşanın hayatını değil, kendi içimdeki doğa sevgisini de kurtardım. Bu olaydan sonra bir daha asla ava çıkmadım.

Her yıl av mevsimi başladığında, bu anım tekrar aklıma gelir. Doğadaki her canlının bir yaşam hakkı olduğuna, doğanın dengesinin insanoğlunun ellerinde olmadığını bir kez daha anladım. Doğa, kendi dengesini kurar ve hayvanlar, karınları doyduğunda can almazlar. Bizler ise, zevk ya da spor amacıyla bile olsa, yaşamları sonlandırmayı kendimize hak görüyoruz. Oysa ki doğanın işleyişi bu kadar hassasken, biz insanlar neden ona saygı göstermekte zorlanıyoruz?

Canın küçüğü, büyüğü yoktur. Her can, yaşamak için var ve biz de onları koruyarak bu dünyayı daha yaşanabilir bir yer haline getirmeliyiz. Şimdi av mevsimi açılıyor ve bir kez daha bu düşüncelerimle, avcılığın bir spor olmadığını, sadece yaşamı sürdürmek için yapıldığında anlamlı olduğunu vurgulamak istiyorum. Avcılığı spor olarak görenlere sesleniyorum: Gerçek spor, yaşamları korumaktan geçer, onları sonlandırmaktan değil.

Avcılık, insanlık tarihinin en eski eylemlerinden biri olarak avcı-toplayıcı toplumlarla başladı. O dönemde avcılık, hayatta kalmak için bir zorunluluktu. İnsanlar, doğanın döngüsü içinde, sadece ihtiyaç duydukları kadar avlanır ve doğaya saygı gösterirlerdi. Bu avlanma, insanın hayatta kalması, ailesini beslemesi ve soğuk kış günlerinde derisini kullanması için yapılırdı. Hayatta kalmak birinci öncelikti ve her av, bir yaşam mücadelesinin parçasıydı. Bu anlayışı doğadaki hayvanlar da sergiliyor. Bir aslan, karnı doyduğunda avlanmaz; bir kurt sürüsü sadece açken saldırır. Hiçbir hayvan, gereksiz yere can almaz. Doğanın kendi düzeni içinde avcılık, dengeyi koruyan bir unsurdur. Bu denge, tüm canlıların hayatta kalmasını sağlar ve her canlı bu döngünün bir parçasıdır.

Ancak günümüzde avcılık, ihtiyaçtan çıkıp, zevk için yapılan bir eyleme dönüştü. İnsanların bir zamanlar hayatta kalmak için yaptığı avcılık, artık spor, eğlence veya prestij göstergesi haline geldi. Bu avlanma anlayışı, doğanın dengesini bozan, türlerin yok olmasına neden olan bir yaklaşım. Özellikle, avcılık adı altında yapılan bu faaliyetler, ekosistem üzerinde geri dönüşü olmayan hasarlar bırakıyor.

Günümüzün avcıları, doğanın ritmini bozuyorlar. Artık avlanan hayvanlar, insanların temel gıda ihtiyacını karşılamıyor; çoğu zaman bir duvara asılan bir baş, sosyal medyada paylaşılan bir zafer fotoğrafı oluyor. Oysa, her canlının yaşam hakkı var ve doğada gereksiz yere can almaya hiçbir şey bahane olamaz. Ne kadar küçük olursa olsun, bir can, ekosistemin önemli bir parçasıdır.

Doğada yaşayan her hayvan, doğanın döngüsüne saygı gösterir. İnsanların da bir zamanlar bu döngüye uyum sağladığını hatırlatmak gerekiyor. Karnı doyduktan sonra avlanmayan hayvanlar bize büyük bir ders veriyor: Yaşamak ve yaşatmak üzerine kurulu bu döngüyü, bizler korumalıyız. Eğer küçük de olsa bir canı kurtarabiliyorsak, doğanın dengesi için önemli bir adım atmış oluruz. Unutmayalım, avlanma zevk değil, hayatta kalmak için bir gerekliliktir ve artık bizler için bu gereklilik ortadan kalktı. Şimdi, doğayı koruma zamanıdır.

İsmail Erdal 09.10.2024 Muğla

DİĞER YAZILARI ‘’Minik Canların Umutlarını Çalanlar Para Hırsı Uğruna Geleceğimiz Karartılıyor’’ 01-01-1970 02:00 Tarikatların Gölgesinde Laiklik 01-01-1970 02:00 Vatan Savunmasında İbadet ve Dayanışma: 01-01-1970 02:00 İklim Değişikliğinin Ayak Sesleri 01-01-1970 02:00 3. Maddeyi Tartışmaya Açmak Tehlikeli Bir Girişim 01-01-1970 02:00 Kız Çocukları: Eşitlik Mücadelesinde Büyüyen Hayatlar 01-01-1970 02:00 Amasya Elması 01-01-1970 02:00 Alevlerle Yazılan Özgürlük 01-01-1970 02:00 Sessiz Çığlıklarımız Ne Zaman Duyulacak? 01-01-1970 02:00 Aklın Yolu Birdir 01-01-1970 02:00 Türk çiftçisine bir an önce "KENEVİR" ekme yetkisi verilmelidir. 01-01-1970 02:00 “Bafra Pidesinin Peşinde: Anılar ve Arayışlar” 01-01-1970 02:00 "Geleceğin Enerjisiyle Eğitimi Aydınlatan Öncü Adımlar" 01-01-1970 02:00 Sınıfta İmamın Yeri Olabilir mi? 01-01-1970 02:00 Çocukluk Adımlarımın Büyülü Yolculuğu 01-01-1970 02:00 Kadınlarımızın Toplumdaki Yeri 01-01-1970 02:00 İtfaiyeciler Günü: Yangın Güvenliğinin Kahramanları 01-01-1970 02:00 Dünya ile Bağlarımızı Koparmayalım: 01-01-1970 02:00 “İnsan Hayatına Teknolojinin Dokunuşu” 01-01-1970 02:00 “Dualarla Gelecek Kurulmaz: Bilimden Uzaklaşan Toplumlar Yok Olmaya Mahkum” 01-01-1970 02:00 “Haşhaş: İnsanlık Tarihinin Köklerinden Günümüze Uzanan Bir Yasaklı Bitki” 01-01-1970 02:00 “Haşhaş Çiçekleri Arasında Yürüyüş: 1950'lerde Taşova'da Bir Çocukluk Hikayesi" 01-01-1970 02:00 Kenevir: İnsanlık İçin Bir Miras, Egemen Güçler İçin Bir Tehdit 01-01-1970 02:00 “12 Eylül: Türkiye’nin Karanlık Dönemi ve Kaybedilen Gelecek" 01-01-1970 02:00 “Doğanın Tacı: Gürsu’nun Sularında Hayat Bulmak" 01-01-1970 02:00 Eğitimi Korku Değil, Bilim Şekillendirmeli 01-01-1970 02:00 “Kötülüğün Yankısı: Falaris Boğası ve Adaletin Karanlık Yüzü" 01-01-1970 02:00 “Masumiyetin Katledildiği Yerde İnsanlık Utandı" 01-01-1970 02:00 1916 yılında Arap Yarımadası’nda önemli bir dönüm noktası yaşandı 01-01-1970 02:00 “Köy Enstitülerinin Işığı ve Cumhuriyetin Aydınlık Geleceği" 01-01-1970 02:00 Toprağın Üstü Altından Kıymetli 01-01-1970 02:00 Amasya, yüzyıllardır sanatın, müziğin, merkezi olmuş bir şehir 01-01-1970 02:00 Bir Akpınar Efsanesi: İbrahim Aydın’a Veda 01-01-1970 02:00 Bu Topraklarda Mustafa Kemal'ler Yenilmez: 01-01-1970 02:00