--“Kim ki kızım Fatma’yı sıhhatine kavuşturursa ciddi şekilde ödüllendireceğim. Ama kim ki aynı
tle gelir de başaramazsa ciddi şekilde cezandıracağım.”
Tabi bu fermanla kendisine güvenemeyen ödül peşindeki şaklabanlar aradan çıkmış ve gerçek
doktorlar köşke gelerek çışmaya başlamışlardır. Hatta konunun duyulmasıyla birlikte İstan ’da
yaşayan Uzakdoğulu saray hekimleri bile Fatma hanımin sıhhati için buraya gelmişlerdir. Ama
sonuç nafiledir ve paşa hiddetlendikçe hiddetlenmektedir. En son Merzifon’un yayla köylerinde
yaşayan karı koca çobanlık yapan yaşlı bir çift, “Biz Fatma hanıma yemek yediririz”, diye
köşke gelmişlerdir. Paşanın çok fazla bir seçeneği kmadığı için son çare çoban karı kocaya izin
vermiştir.
Dibekte dövülerek kabuğu ınmış tane diri buğdayın içine 3 gün aç bırakılan (içinin
te lenmesi acısından) kesilmiş dişi ördeği koyarak fırına vermişlerdir. Tabi o zaman böyle bir
yemek var ama aş arak biliniyor adı keşkek değil. Pasa ve ailesi dört gözle yemeğin pişmesini
beklerken ikide bir hiddetlenen Paşa, “Bre bu yemek nasıl yemektir. Saatler muş daha
pişmedi mi?” diye sorgularken sabaha karşı fırından ınan yemek sıcaklığı ile tahta kaşıkla bir
süre vurularak eritildikten sonra Fatma hanımın yattığı odanın içinde kömürlü kahve mangında
tereyağı eritilmiş acı biber sçası ile yemeğin so yapılmıştır. Tabi bu esnada odayı tamamen
tereyağı koku sarmıştır.
Tereyağı ve acı biberli so yaşlı çoban Fatma hanımın dudaklarına kaşıkla sürdüğü zaman,
Fatma hanım kendine gelerek diliyle dudaklarındaki so yayarak tadına bakar ve “Rüyam da bir
yemek yedim daha önce hiç böyle yemek yememiştim, o yemekten yemek istiyorum”.
Deyince Paşa bir küçük çocuk edasında sevinerek havara uçmuş. Yaşlı çobanda hemen buğdayın
üzerine so dökerek Fatma hanıma yedirmeye başlamıştır. Tabi paşanın kızı yemeğini yiyip iyileşme
belirtileri gösterince pasa ve yanındaki yaverleri sofraya oturmuşlar ve paşa emir buyurmuş;
-- “Bu yemek nasıl yemektir getirin hele de bir tadım.”
deyince hemen hizmetli cariyeler tarafından kan aş sofraya konmuştur. Tabi dört ya da beş kişiden
uşan gösterince pasa ve yaverleri birer ikişer kaşık ınca aş biter. Paşa, “ Getirin hele biraz daha
getirin nede güzelmiş bu aş” deyince üzülerek başka kmadığını söylerler. Paşa bu defa “içini
çekerek
--KEŞKE biraz daha yapsaydınız.” der. Bu arada paşanın yardımcısı,
--“paşam yemeğin adı bundan sonra KEŞKE mi n?” diye sorar.
Paşada; “evet bu yemeğin ismi bundan sonra KEŞKEK n” der ve bu konuda fermanimdir diyerek ;
--Bu yemek bundan sonra KESKEK diye anıla,
--isteyen sabah öğlen akşam yiye,
--bayramlarda düğünlerde nişanlarda nikâhlarda zengin fakir demeden her hanede KEŞKEK yapila,
--Bu günden itibaren kırk gün konağımda hka KEŞKEK dağıtıla.
diyerek fermanin o tarihten itibaren uygulanmasini ister.
Yemeği yaparak kızını iyileştiren çoban çifte de ödül arak kendi köylerinde iyi bir ev, iki ayri
ahir ve istedikleri kadar küçükbaş büyük baş hayvan verile. Diyerek cömertliğini göstermiştir.
Evet, KEŞKEĞİ’nin hikâyesi budur. Acaba tüm Türkiye’de meşhur an ama Merzifon’un
vazgeçilmezleri arasinda’ki keşkeğin bu tarihi hikâyesini biliyor muyduk?