Genç ve bağımsız Türkiye, Cumhuriyeti henüz birkaç yıl önce ilan edilmişti. İlk adımlarını atan bir bebek gibiydi. İşgal sırasında Anadolu toprakları yağmalanmış, yer yer de katliamlarla halka göz açtırılmamıştı.
Osmanlı’nın son dönemlerindeki borçlanmalar ve teslimiyet anlaşması olan Sevr yüzünden ülkenin tersaneleri, fabrikaları ve hammaddeleri düşmana kaptırılmıştı. Kurtuluş savaşı ve Lozan antlaşmasıyla bu teslimiyete son verilmiş, yeni Türkiye’nin bağımsızlığı uluslararası alanda tescil edilmişti..
1923’ün 29 Ekimiyle birlikte Türkiye, artık bir Cumhuriyet devletiydi. Kurucu lider Gazi Mustafa Kemal Atatürk, hedefi medeni ülkelerin ilerisine geçen modern bir ülke olarak koymuştu.
Perişan olmuş bir ekonomi, ard arda gelen savaşlarla darmadağın olmuş bir nüfus, eğitimsizlik ve başka bir sürü yokluklar içinde yeni bir ekonomi, yeni bir Ülke inşa etmek gerekiyordu.
Bunun için Atatürk'ün aklına dahice bir fikir geldi...
Hiçbir sermayesi olmayan ülkede öncelik devlete düşüyordu, Devlet kendi yatırımlarıyla fabrikalar kurmak, demir yolları yapmak ve istihdam yaratmak zorundaydı, Ama Atatürk ve Genç Türkiye yöneticileri adeta şapkadan tavşan çıkarmak zorundaydı. Güçlü bir alt yapı ve bağımsız bir ekonomi için kaynak bulunmak zorundaydı. Tüm bunlar için se olağan üstü bir lider, vizyon ve sarı saşlı mavi gözlü bir lider gerekliydi.
O gün İtalya’dan gelen orta boy portakalların ekileceği alanlar bielirlenecekti bazıları tarafından basitbir fidan dikimi olarak görülüyordu. Atatürk fidan dikimi için Antalyada olacağını belirti ve fidanların dikimi yapılacak alana geldiğinde önünde fidan yüklü kamyona bakarak ekimi yapılacak alan neresi diye sordu Gazi Paşa ve fidanların olduğu kamyona yanaşarak bir portakal koparır cebindeki çakıyı çıkarıp ortadan ikiye kesti, yarısını yaveri Salih Bozok’a verir ve kalan yarsından bir bilim keserek kendisi yer. İşte o an Türkiye için değişimin sinyalları belirdi Atatürk’ün aklında
Yaveri Salih Bozok’a sorar bu fidanlardan kaç adet aldık? Yaveri karşıdaki 3-4 dönümlük alanı gösterir ve sorar ne oldu paşam çok mu geldi der, Atatürk hayır az geldi der ve ekler karşıdaki bomboş topraklara bakarak bu bölgede gözünüzün gördüğü tüm topraklara dikin, Mersin ve Ege bölgesine de gönderin emrini verir. Yaveri cevap verir aman paşam devletin o kadar parası yok der, Atatürk merak etme Salih artık o kadar paraya ihtiyacımız yok der. Kimse anlamamıştı Atatürk’ün ne demek istediğini.
O günden sonra meclisteki bütçe görüşmeleri şekil değiştirmiş portakal fidanları için bütçeden büyük bir para ayrılmıştı. İtalyanlar bile şaşırmıştı bu duruma.
Kısa süre sonra artık yurt dışından portakal ithalatı durmuş ve parası ülkenin cebinde kalıyordu. Bu ülkenin bereketli topraklarında yetişen ürünler ile ülke meyve bolluk dönemine giriyordu. Artık o günler gelmişti Genç Türkiye’nin narence uluslararası pazarda da talep görmeye başlamış ve bir çok ülke satın almak için sıraya giriyordu.
Rusya ilk Türkiye’den portakal almak istediğinde çiftçiden çok ülke yöneticileri sevinmişti. Cumhur Başkanına haberi veren Tarım ve Gıda bakanı Reşat Muhlis Erkmen huzuruna giderken yanında bir kilo portakal götürmüştü henüz durumdan haberi olmayan Atatürk portakalları gördüğünde iyi bir haber geldiğini anlamıştı.
Reşat bey Atatürk e mutlu haberi söyledikten sonra birde soru sormuştu, bu kadar bütçe ayırarak dikilen portakallara ne kadara satılacaktı.
Atatürk cevap verir; yok Reşat toprağımızın meyvesini parayla satmayacağız der, Anadolu topraklarında yetişen bu meyve doğduğu topraklara hayırlı bir hizmet ederek ayrılacak bu topraklardan der.
Reşat bey olayı anlamamıştı ve sorar parayla satmayacaksak neyle satacağız paşam der.
Atatürk ; biz onlara bugün karınlarını doyuracak portakal vereceğiz onlarda bize 100 yıl karnımızı doyuracak fabrikalarımızı verecek der. İlk gün portakalları diktiği gün aklına gelen fikir bugün çıkmıştı ortaya hiç para vermeden memleketin ihtiyaçlarını giderecek Anadolu fabrikalarla dolacaktı.
Ülkenin kaynağı kıt diyenler yanılmıştı aslında Türkiye’nin ihtiyacı düzgün bir vizyon du.
İşte Türkiye’nin Tekstil hayatımızın başlangıcı kabul edilen Nazilli Sümerbank fabrikası, 1937'de Atatürk tarafından açıldı ve Ruslar tarafından yapıldı. Burada 2 bin 500 kişi çalışıyordu. Parası ise portakal ile ödenmişti.
Örnek vermek gerekirse;
İskenderun demir çelik fabrikasını Ruslar yaptı parasını domatesle ödedik.
Seydişehir alüminyum fabrikasını Ruslar yaptı parasını portakalla ödedik.
Aliağa rafinerisini Ruslar yaptı parasını salatalıkla ödedik.
Oymapınar barajını Ruslar yaptı parasını mandalinayla ödedik.
Aklıma gelen söz;
‘’Beni görmek demek mutlaka yüzümü görmek demek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız, bu kafidir.’’