“12 Eylül: Türkiye’nin Karanlık Dönemi ve Kaybedilen Gelecek"
12 Eylül 1980’de Urfa’da görevdeydim. Sokağa çıkma yasağı hâlâ devam ediyordu. Bu dönemde ev baskınları sıkça yapılıyor, askeri birlikler evlere girip kitaplara bakıyor, fakat içeriklerine bakmadan sahiplerini suçluyorlardı. Ev aramalarında 6 asker başlarında bir rütbeli ile bulunuyor, herhangi bir kitap raftan çekilerek "Bu neden burada?" diye soruluyor, hiç anlamadıkları eserler dahi yasadışıymış gibi gösteriliyordu. Kitap okuma kültürü olmayan askerlerden biri raftan bir kitap alıp, “Komutanım, bunda sosyoloji yazıyor. Bunun da yazarı Nazım Hikmet,” diyerek, kitapları suç unsuru olarak gösteriyordu.
Bu dönemde birçok kitap yakıldı. Arkadaşım Ali Naci Koçak, sahip olduğu kitapları banyosunda yakmaya çalışıyordu. Kitapları yok etmek, o dönemin baskıcı rejiminde hayatta kalmanın bir yolu olarak görülüyordu. Ali Naci'nin banyosunda kitaplarını yakmasıyla apartmanın sıcak su boruları ısındı ve apartman sakinleri durumu fark edip yangın var sanarak itfaiyeye haber verdiler. İtfaiye ve polis olay yerine gelince Ali Naci, banyo yapıyorum diyerek durumu geçiştirmeye çalıştı, kitaplarını ise yatak çarşaflarına sararak başka yerlere taşımayı denedi. Bu olay, kitaplardan ne kadar korkulduğunu ve rejimin aydınlara, sanatçılara, yazarlara karşı duyduğu derin nefretin bir göstergesiydi.
12 Eylül, Türkiye’nin üzerinden ağır bir silindir gibi geçti. Sadece bireyleri değil, toplumu da dönüştürdü, korkuyla şekillendirdi. Darbeyi yapanlar, demokrasiyi getireceğiz, huzuru sağlayacağız diyordu. Ancak bu sözler büyük bir yalan olarak tarihe geçti. Gerçekte, Türkiye’nin geleceğinden çok şey aldılar, demokrasiyi yok ettiler, halkı sindirdiler ve özgür düşünceyi boğdular. Özellikle aydınlar, yazarlar, demokratlar bu baskı rejiminden en çok zarar görenlerdi. Birçok aydın öldürüldü, birçok aile paramparça oldu.
Darbeyle birlikte halkın üstüne kara bir bulut çöktü. Yıllar boyunca Türkiye’nin dört bir yanındaki köy okullarında çocuklara ışık tutan öğretmenler, aydınlar, sendikacılar, gazeteciler birer birer susturuldu. Demokrasiye inanan, insan haklarını savunan, halkın refahını düşünen herkes ya tutuklandı ya da işkencelerle susturuldu. Türkiye, sadece bireylerini değil, fikirlerini de kaybetti.
Bu süreçte özellikle okumuş, entelektüel kesim, darbenin hedefi oldu. Fikir özgürlüğünün, bilginin, sanatın düşman ilan edildiği bir döneme şahit olduk. İnsanlar kitaplarından korkar hale geldi. Özgürce kitap okumak, tartışmak, sanat yapmak, bilim üretmek imkânsız hale getirildi. Üniversitelerde akademik özgürlükler ortadan kalktı, sendikalar kapatıldı, muhalif sesler bastırıldı. Bir milletin gelişmesinin en temel dinamikleri olan özgür düşünce, bilim ve sanat yok edildi.
12 Eylül, Türkiye’nin ruhunu aldı. Yalnızca demokrasiye değil, insan haklarına, adalete, özgürlüğe de büyük darbe vurdu. Bugün içinde bulunduğumuz pek çok sosyal, ekonomik ve kültürel sorunun kökeninde o karanlık dönem yatıyor. Darbenin ardından kurulan baskı rejimi, yıllar içinde Türkiye’yi içine kapanık, özgüvenini yitirmiş, korku içinde yaşayan bir topluma dönüştürdü. Üretkenlik azaldı, eğitim seviyeleri düştü, tarım ve hayvancılık gibi ülkenin temel ekonomik faaliyetleri geriledi. Kendi kendine yeten bir ülke olmaktan çıktık.
12 Eylül darbesinin sonuçları hâlâ hayatımızın her alanında hissediliyor. O dönemde kaybettiğimiz özgürlüklerin, yitirilen hayatların, söndürülen umutların yarattığı derin yaralar iyileşmedi. Bu ağır mirası taşımaya devam ediyoruz. Darbenin acımasız baskısı altında ezilen aydınlar ve halk, bugün bile tam anlamıyla ayağa kalkabilmiş değil. 12 Eylül’ün Türkiye’den aldıkları, geleceğimizi de etkileyen büyük kayıplar olarak tarihteki yerini aldı.
İsmail Erdal 12.09.2924