“Aklın Yolu Birdir: Türkiye’de Şeriat Özlemi ve Kadın Haklarının Gölgesinde Kalan Gerçekler”

Fotoğraf, bir Afgan öğretmenin giydiği geleneksel giysiyi sergiliyor. Bu tür giysiler, özellikle Afganistan’daki kadınların toplumdaki yerini ve sosyal normları yansıtır. Bu bağlamda, Mustafa Kemal Atatürk’ün Türkiye’deki kadınlara verdiği değer ile Afganistan’daki durumu karşılaştırmak, hem tarihsel hem de kültürel açıdan önemli bir analiz sunabilir.

Atatürk’ün kurduğu laik Türkiye Cumhuriyeti, modernizasyon sürecinde kadınlara sağladığı haklarla öne çıkar. Kadınların toplumsal, siyasi ve ekonomik hayata katılımını sağlayacak eşitlikçi düzenlemeler, Türkiye’deki kadınlara yalnızca haklarını değil, aynı zamanda bu hakları kullanma özgürlüğünü de vermiştir. Ancak günümüzde, bazı kadınların, bu kazanımları göz ardı ederek, şeriat gibi kadın haklarına aykırı düzenleri özlemle anmalarını anlamakta zorlanıyorum.

Bir Afgan öğretmenin burka giymiş haldeki fotoğrafını gördüğümde, kendi ülkemde laik ve eşitlikçi bir düzen altında yaşama şansı bulan kadınların, neden böyle bir yaşamı kendilerine layık görmeyip, özgürlüklerini kısıtlayan, adeta kadını ikinci plana iten bir düzeni arzuladıklarını düşünmek beni derinden üzüyor.

Atatürk, kadınların toplumda görünür olmalarını, bilimden sanata, siyasetten ekonomiye her alanda aktif olmalarını sağlamak için büyük çaba harcamıştır. Kadın ve erkek eşitliği, onun cumhuriyeti için vazgeçilmez bir ilkedir. Dolayısıyla, Türkiye’de yaşayan biz kadınların, bu değerleri daha da ileri taşıyıp, dünyaya örnek olmamız gerekirken, kimi zaman gerçeklerden uzak, özgürlüklerimizi kısıtlayacak yönetim biçimlerine özlem duyulması, kabul edilebilir değildir.

Kadınların toplumsal hayatta erkeklerle eşit bir biçimde yer almasını, siyasi ve ekonomik kararlarda söz sahibi olmasını mümkün kılan laik düzen, aynı zamanda bir insan hakkıdır. Bu hakların gölgede bırakılmasını istemek, sadece kadınlara değil, tüm topluma yapılan bir haksızlıktır.

Bizler, Atatürk’ün açtığı yolda, modern, laik ve eşit bir toplumun bireyleri olarak, bu hakları korumak ve daha da geliştirmek için mücadele etmeli, gelecek nesillere daha adil bir dünya bırakmak için çaba göstermeliyiz. Gelin, kadın ve erkek eşitliğinin sağlandığı, her bireyin özgürce yaşadığı bir Türkiye için el ele verelim. Atatürk’ün mirasına sahip çıkarak, kadın haklarını her platformda savunarak, gerçek bir toplumsal ilerlemeyi hep birlikte gerçekleştirelim.

Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu olarak, kadın haklarına büyük önem vermiştir. 1920’lerden itibaren yapılan reformlarla kadınlar, eğitimden siyasete kadar birçok alanda eşit haklara sahip olmuştur. Özellikle 1934’te kadınlara seçme ve seçilme hakkı verilmesi, Atatürk’ün kadınlara verdiği değerin somut bir göstergesidir. Bu reformlar, Türkiye’de kadınların toplumdaki yerini güçlendirirken, aynı zamanda modern bir ulus inşası için temel oluşturmuştur.

Öte yandan, Afganistan’da kadınların durumu, tarihsel ve kültürel olarak farklı bir seyir izlemiştir. Özellikle Taliban yönetimi altında kadın hakları ciddi şekilde kısıtlanmış, eğitim ve iş hayatına katılımları büyük oranda engellenmiştir. Taliban dönemlerinde kadınların kamu alanında yüzlerini örtmeleri zorunlu kılınmış ve bu durum, onların toplumdaki görünürlüklerini ve özgürlüklerini ciddi şekilde sınırlamıştır.

Bu karşılaştırmalı bakış açısı, iki ülkenin kadınlara bakış açısındaki derin farklılıkları ve sosyo-politik yapılarındaki çeşitliliği gözler önüne serer. Atatürk’ün reformları, Türkiye’de kadınların toplumda aktif ve etkin bireyler olarak yer almalarını sağlarken, Afganistan’daki durum kadınların toplumsal hayatta maruz kaldıkları kısıtlamaları ve zorlukları ortaya koyar.

Türkiye’de bazı kadınların şeriat yönetimi özlemi çeken tutumları, derinlemesine ele alınması gereken bir konudur. Özellikle Atatürk’ün getirdiği laik ve eşitlikçi reformların ışığında bu istekler, toplumsal çelişkileri ve ideolojik bölünmeleri gözler önüne serer.

Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’ni kurarken batılı anlamda modernizasyon ve laiklik prensiplerini benimsemiştir. Bu süreçte kadınlara seçme ve seçilme hakkı verilmiş, eğitimde ve iş hayatında eşitlik sağlanmıştır. Kadınların toplumsal statüsünü yükselten bu adımlar, Türkiye’nin modernleşme yolculuğunun temel taşları olmuştur.

Buna karşın, günümüzde Türkiye’deki bazı kadınların, Afganistan’da görülen ve kadın haklarını ciddi şekilde kısıtlayan şeriat hukukuna yönelik bir özlem duymaları, toplumsal bir paradoksu işaret eder. Afganistan’da şeriat hukukunun uygulanması, kadınların eğitim ve iş hayatına katılımını sınırlamakta, kamusal alandaki varlıklarını minimize etmekte ve temel insan haklarını ihlal etmektedir.

Türkiye’deki bu tutumları “akıl yoksunluğu” olarak nitelendirmek, belki de durumu anlamamızı sağlayacak bir perspektif sunar. Bu, Türkiye’nin laik ve eşitlikçi yasaları altında yetişmiş kadınların, tarihsel ve kültürel bağlamdan kopuk, gerçek dışı bir yönetim biçimi arzulamaları olarak görülebilir. Bu özlem, eğitim sistemimizin, medyanın ve toplumsal değerlerin bireyler üzerindeki etkilerini sorgulamamız gerektiğini gösterir.

Türkiye’nin modern, laik ve demokratik bir hukuk devleti olarak kadınlara sunduğu haklar ve özgürlükler, şeriat hukuku altında yaşayan Afgan kadınların karşılaştığı zorluklarla kıyaslandığında, hangi yönetim biçiminin kadınlar için daha faydalı olduğunu açıkça ortaya koyar. Türkiye’deki kadınların bu hakları korumak ve daha da ileri götürmek için mücadele etmeleri, gelecekteki nesillere daha adil ve eşit bir toplum bırakmalarının anahtarıdır.

Bu nedenle, toplumsal cinsiyet eşitliği ve kadın haklarının korunması ve geliştirilmesi adına yapılan her türlü çaba, sadece Türkiye için değil, tüm insanlık için hayati önem taşımaktadır. Afganistan örneği, bu tür yönetim biçimlerinin kadınlar üzerindeki olumsuz etkilerini net bir şekilde sergilemekte ve bize, kazanılmış hakların korunması gerektiğini hatırlatmaktadır.

İsmail Erdal 06.10.2024 Muğla