"Akpınarlıların Kıbrıs Buluşmasında 3. Gün: Mavi Köşk, Çıkarma Gemisi ve Şehitliklerde Tarihe Yolculuk”

Kıbrıs gezimizin üçüncü gününde, sabah kahvaltısından sonra yine heyecan dolu bir gün için hazırdık. Rehberimiz Cem Bey’in eşliğinde, tur otobüsümüzle saat 9’da 1974 Kıbrıs Barış Harekatı’nın yapıldığı bölgeye doğru yola çıktık. Cem Bey’in etkileyici anlatımıyla o dönemin zorlu koşullarını ve harekatın önemini adeta yeniden yaşadık. Ziyaretimizin bu kısmı, Kıbrıs’ın tarihi ve Türkiye’nin harekat sırasındaki rolünü daha yakından görme ve anlama fırsatı sundu.

Ardından Mavi Köşk’e doğru ilerlerken, köşkün mimarisi ve o dönemki hikayesi de Cem Bey’in detaylı anlatımlarıyla gözümüzde canlandı. O gün yaşananları ve Kıbrıs’ın bir parçası olan bu yapının tarihini dinlemek, gezimizin kültürel ve tarihsel derinliğini bir kat daha artırdı. Hem harekat bölgesindeki anılar hem de Mavi Köşk’ün şaşırtıcı hikayesi, hepimizi derinden etkiledi.

İlk durağımız, Mavi Köşk’e doğru ilerlerken, köşkün mimarisi ve o dönemki hikayesi detaylı anlatımlarıyla gözümüzde canlandı. O gün yaşananları ve Kıbrıs’ın bir parçası olan bu yapının tarihini dinlemek, gezimizin kültürel ve tarihsel derinliğini bir kat daha artırdı. Hem harekat bölgesindeki anılar hem de Mavi Köşk’ün şaşırtıcı hikayesi, hepimizi derinden etkiledi.

Yolculuğumuzun bir noktasında, önemli bir su projesinin yanından geçiyoruz. Sağ tarafta, Devlet Su İşleri’nin su izale ettiği yapıları görmek mümkün. Su, Anamur’dan buraya kadar borularla taşınıyor. Sol tarafımızda  baraja pompalanan bu suyu gördük. Ancak ne yazık ki, bu büyük projeye rağmen suyun asıl hedefi olan havalimanı ovasına ulaşması hala mümkün olamamış. Yıllardır tamamlanamayan sulama tünelleri nedeniyle, suyun bir kısmı denize akıyormuş. Bu durumu görünce, “Su akar, Türk bakar” sözünü düşünmeden edemiyorum.

Barajın yanından geçerken, sol tarafta suyun toplandığı alanı gözlemledik. Buradaki manzara oldukça etkileyici, ancak bu büyük projenin tam anlamıyla amacına ulaşamaması insanı düşündürüyor. Ovaya ulaşması gereken suyun bir kısmı yıllardır denize gidiyormuş. Yaklaşık 40 kilometre uzaklıktaki ovaya bu suyun gitmesi için gereken tünellerin hala tamamlanmamış olması, ne yazık ki çok büyük bir kaybın göstergesi.

Gezimizin bu noktasında, hem devasa bir su projesinin gücünü, hem de yarım kalmış bir çabanın getirdiği üzüntüyü hissediyorum. Her ne kadar baraj büyük bir başarı olsa da, suyun ovaya ulaştırılması için gerekli adımlar atılmadığı sürece, projelerin eksik kaldığını bir kez daha görmek zorundayız.

Mavi Köşk’e adım attığımızda, rehberimiz Paul Paolides’in Kıbrıs’ta nasıl bir figür olduğunu anlatmaya başladı. Kıbrıs’ta yaşayan Rumların önemli isimlerinden olan Makaryos’un avukatı olarak bilinen Paolides, dışarıdan zarif ve saygıdeğer bir kişilik gibi görünüyormuş. Ancak, işin perde arkası bambaşkaymış. Kıbrıs’ın acı dolu tarihine karışan bu isim, aslında büyük bir silah kaçakçısıymış. Rehberimiz, Paolides’in bir avukatlık kimliğinin arkasında, aslında yasa dışı faaliyetlerle dolu bir hayat sürdüğünü anlattı.

Paolides, Kıbrıs’taki Rum çetelerine silah tedarik eden başlıca figürlerden biriymiş. Silah kaçakçılığı, onun zenginliğinin temelini oluşturmuş. Yasadışı yollarla elde ettiği bu serveti, Mavi Köşk gibi muazzam yapılar inşa ederek ve sanat koleksiyonları toplayarak kara parayı aklamaya çalışmış. Ancak asıl korkunç olan, bu silahların çoğunun Kıbrıs Türklerine karşı düzenlenen saldırılarda kullanılmış olmasıydı. Rehberimizin vurguladığı gibi, Paolides, sadece kaçakçılık yaparak zengin olmamış, aynı zamanda adada pek çok kan dökülmesine ve katliama da dolaylı olarak sebep olmuş.

Silahlar, adada Türklere karşı yapılan saldırılarda kullanılmış ve birçok masum Türk sivilin hayatına mal olmuş. Rehberimizin anlattığına göre, Paolides’in bu faaliyetleri sonucu elde ettiği paralar sadece kendisinin değil, bir bütün olarak Rum topluluğunun içindeki bazı karanlık güçlerin de işine yaramış. Kara para aklama işini öyle ustalıkla yapmıştı ki, dışarıdan bakıldığında Mavi Köşk bir sanatseverin zevkli bir evi gibi görünüyormuş. Ancak her köşede bir sır yatıyor, her sanat eseri aslında silah ticaretinden gelen kanlı parayı saklıyormuş.

Rehberimiz, Paolides’in sonunu da anlattı. Yıllarca yürüttüğü bu karanlık işler ve kazandığı düşmanlar, sonunda onun felaketi olmuş. Kıbrıs Barış Harekatı sonrasında Türklerin adadaki hakimiyeti artınca, Paolides Kıbrıs’tan kaçmak zorunda kalmış. Arkasında bıraktığı köşk ise artık bir sırlar mezarı gibi. Zamanla, onun kim olduğu, ne işler çevirdiği ortaya çıkmış ve köşk de bu karanlık geçmişiyle anılmaya başlanmış.

Bu gerçekleri öğrendikten sonra Mavi Köşk’te dolaşmak bambaşka bir hale büründü. Duvarlardaki güzel tablolar, sanatsal heykeller ve zarif mobilyalar artık bana masum birer sanat eseri gibi görünmüyordu. Her şeyin arkasında Paolides’in işlediği suçların ve Türklere karşı yapılan katliamların gölgesi vardı.  Köşk, bir dönemin karanlık izlerini taşıyan bir yapı olarak hafızamda yer etti.

Mavi Köşk, artık sadece mimarisiyle değil, Kıbrıs’ın trajik tarihine tanıklık eden bir sembol olarak hafızama kazındı. Rehberimizin de söylediği gibi, bu köşk bize sadece bir zamanlar burada yaşanan görkemli hayatı değil, aynı zamanda Kıbrıs’taki acıların da izlerini hatırlatıyordu.

1974 Kıbrıs Barış Harekâtı, Türkiye’nin tarihindeki en önemli olaylardan biridir. O günlerde genç bir öğretmen olarak ben de gelişmeleri büyük bir dikkatle takip ediyordum. Türkiye, Kıbrıs Türklerini Rum zulmünden korumak için harekete geçmiş, büyük bir kararlılık ve cesaretle çıkarma yapmıştı. Bu harekâtın her aşamasında, Türk milletinin ve ordusunun yüreğindeki vatan sevgisi ve insanlık onuru gözler önündeydi. Çıkarma gemilerimiz, adaya doğru ilerlerken gözümüz hep radyo ve televizyon haberlerindeydi. Her birimizin yüreği heyecanla doluydu; vatan uğruna canını ortaya koyan askerlerimizi düşünüyor, onların zaferle geri döneceğine inanıyorduk.

Ancak, bu kahramanlık dolu harekâtın acı anılarından biri de maalesef havada yaşandı. Çıkarma sırasında, düşen bir helikopter, Kıbrıs Barış Harekâtı’nın unutulmaz acılarından birini yaşattı bize. Helikopterde bulunan kahraman askerlerimiz, bu operasyonun şehitleri olarak Türk tarihine kazındılar. Onların fedakârlıkları, vatanseverlikleri ve kahramanlıkları, milletimizin gönlünde daima canlı kalacaktır. Onlar, bu harekâtın zaferle sonuçlanması için en değerli varlıklarını, hayatlarını ortaya koymuşlardı.

O yıllarda, Türkiye büyük bir ekonomik ve siyasi mücadele içindeydi. Ancak millet olarak birlik ve beraberlik içinde Kıbrıs Türk halkının yanında yer aldık. Her ne kadar çıkarma sırasında yaşanan helikopter kazası yüreğimizi yakmışsa da, bu kahramanların ruhları, Kıbrıs’ın bağımsızlık mücadelesine güç kattı. Çıkarma gemilerinin karaya ayak basışı ve Türk ordusunun gösterdiği kahramanlık, Kıbrıs Türklerinin özgürlüğüne giden yolu açtı.

1974 Kıbrıs Barış Harekâtı’nın her anı, bizler için birer ders niteliğindedir. Şehit düşen askerlerimizi rahmetle anarken, onların bıraktığı mirası yaşatmak için her daim vatanımıza sahip çıkmak gerektiğini bir kez daha hatırlıyoruz. O günkü cesaret ve inanç, bugün de milletimizin kalbinde yaşamaya devam ediyor.

Makaryos’un diş doktoru olarak bilinen bu kişi, Dr. Andreas Mavrogenis müzeye dönüştürülen evini ziyaret ettik. Rehberimiz, onu anlatırken, işine olan bağlılığı ve insanların etnik kökenine bakmadan herkese eşit şekilde hizmet sunduğuna vurgu yaptı. Özellikle, onun mesleki tarafsızlığı sayesinde toplumlar arasında güven kazandığını belirtti. Rehberin sözlerine göre, Dr. Mavrogenis, zamanının zor koşullarına rağmen Türk ve Rum hastalarını ayırt etmeden tedavi eder, onlara büyük bir insanlıkla yaklaşırmış.

Rehberimiz ayrıca Dr. Mavrogenis’in evinin sadece bir diş doktoru kliniği olmadığını, adeta bir dostluk ve dayanışma merkezi haline geldiğini anlattı. İnsanlar, sadece tedavi olmak için değil, aynı zamanda bu evde bir araya gelerek sohbet eder, toplumlar arası gerginliklere rağmen bir arada bulunmanın bir yolunu bulurlarmış. Dr. Mavrogenis, bu anlamda sadece bir hekim değil, aynı zamanda barışın ve toplumsal uyumun da simgesi haline gelmiş.

H. İbrahim Karaoğlanoğlu Türk Şehitliği’ni ziyaret ederken hissettiğim derin duygular, tarihin kalbimize kazıdığı izlerle şekillendi. Burada yatan kahramanların bedenleri, vatan topraklarını savunma uğruna verdikleri fedakarlığın canlı birer hatırası. Her mezarın başında dururken, Türk askerinin cesareti, inancı ve vatan sevgisi tüm benliğimizi sardı. Sessizlik içinde yükselen bu anıt, aslında birer çığlık gibi tarihe kazınmış kahramanlıkları anlatıyordu.

Karaoğlanoğlu, Kıbrıs Barış Harekatı’nın en şanlı isimlerinden biri. Onun ve diğer kahramanlarımızın burada yatan bedenleri, sadece Kıbrıs’ın değil, tüm Türk milletinin gururu. Yüz yıllar geçse de onların fedakarlıkları unutulmayacak. Şehitlerimizin huzur içinde yattığını bilmek, bir nebze de olsa içimizi rahatlatıyor.

Bu topraklarda şehit olan askerlerimizin ruhu, bize vatanın ne kadar değerli olduğunu bir kez daha hatırlattı. Bu şehitlik, sadece bir ziyaret noktası değil, Türk milletinin bağımsızlık ve özgürlük aşkının simgesi. Ne mutlu ki, böylesine kutsal bir mirasa sahibiz. Onlara olan borcumuzu ödeyebilmek için aynı azim ve kararlılıkla çalışmak, ülkemize sahip çıkmak boynumuzun borcudur.

Makaryos’un diş doktorunun evinden Karaoğlanoğlu Türk Şehitliği’ne doğru giderken, yol boyunca Rumların bırakıp kaçtıkları tanklar ve lastikli araçların arasından geçtik. Gözlerim, bu terk edilmiş tankların üzerinde dolaşırken, tarih bir kez daha zihnimde canlandı. Tanklar Rus yapımıydı; Rusların Mısırlılara verdiği bu tankların, Mısır tarafından Rumlara teslim edildiğini öğrendiğimde içime tarifsiz bir sıkıntı çöktü. Bu gerçek karşısında, İslam devletlerinin tarih boyunca Türkiye’ye karşı beslediği düşmanlık yeniden belirginleşti zihnimde.

İslam dünyasının bir parçası olduğumuz halde, tarihi süreçte Türkiye’ye karşı kimi zaman gizli, kimi zaman aleni bir şekilde tavır almış olmalarını düşündüm. Türk milletinin İslam’a yaptığı hizmetler, dünya tarihine kattığı katkılar göz ardı edilmiş gibiydi. Bir zamanlar aynı kıbleye yönelen insanların, çıkar ilişkileri ve siyasi hesaplar uğruna Türkiye’ye sırtlarını dönmeleri, bize silah doğrultmaları, canımızı yakmaları içimi acıyla doldurdu.

Bu tanklar, sadece askeri bir güç gösterisi değildi. Onlar, Türkiye’ye karşı duyulan haset ve düşmanlığın, müttefiklerin ihanetlerinin bir sembolüydü. Kardeş bildiğimiz, komşu gördüğümüz ülkelerin bile, çıkarları söz konusu olduğunda Rumların yanında saf tutması, Türk milletinin yalnızlığını bir kez daha gözler önüne serdi. Bu yalnızlık, yüzyıllardır süregelen ve her seferinde farklı şekillerde karşımıza çıkan bir gerçek. Ne yazık ki, tarih boyunca İslam devletlerinin pek çoğu, Türkleri bir dost olarak değil, rakip ya da tehdit olarak görmeyi seçti.

O an anladım ki, bu tanklar sadece birer savaş aracı değil, aynı zamanda tarihin bize bıraktığı acı bir mirasın sembolleriydi. Türkiye, İslam dünyasının gözünde her zaman farklı bir yere konmuştu. Bu durumu kabullenmek zor olsa da, tarihin izleri bize her zaman yol gösterici olmalı. Rumlara teslim edilen o tanklar ve çıkarlar uğruna göz ardı edilen kardeşlik, Türkiye’nin dünya sahnesinde yalnız başına ayakta kalma mücadelesinin birer göstergesiydi.

İçimi kaplayan bu sıkıntı, geçmişin gölgeleriyle bugünün gerçekleri arasında bir bağ kurdu. Her ne olursa olsun, Türkiye’nin yalnızlığı, her zaman bir zaaf değil, aksine bağımsızlığımızı ve gücümüzü kanıtlayan bir gerçek olmuştur.

 3. günümüzde, saat 17 civarında otele dönüp kısa bir dinlenmenin ardından açık büfe ve bol çeşitli bir akşam yemeği için bir araya geldik. Yemekte dostlarla sohbet ettik, eski günleri yad ettik. Yemek sonrası lobide buluşup anılarımızı tazelemek, o günlerin sıcaklığını tekrar hissetmek hepimize ayrı bir keyif verdi. Canlı müziğin eşliğinde neşemiz daha da arttı. Müzik sona erdiğinde, herkes tatlı bir yorgunluk içinde odalarına çekildi.

Ertesi gün serbest gündü. Katılımcılar, kendi programlarını yapmakta özgürdü. Ancak, üçüncü günün sonunda dostların yüzlerindeki memnuniyet ifadesi her şeyi anlatıyordu. Hem eğlenmiş hem de unutulmaz bir günü daha geride bırakmıştık. Gözlerimizdeki ışıltı ve birbirimize olan sıcak bakışlarımız, bu buluşmanın ne kadar değerli olduğunu bir kez daha gösterdi.

İsmail Erdal 23.10.2024 Girne