Akpınarlılarla Tarihe Yolculuk: Girne Kalesi, Limanı ve Çarşısında İkinci Gün Buluşması”
Girne Kalesi, Kıbrıs gezimizin en etkileyici duraklarından biri oldu. Yüzyıllar boyunca tarihe tanıklık etmiş bu muhteşem yapı, Akdeniz’in stratejik noktalarından birinde yer alıyor. Girne Limanı’na hakim olan kale, Bizans döneminden başlayarak Venedikliler, Osmanlılar ve İngilizler tarafından kullanılmış. Her bir dönem, kalenin mimarisine ve işlevine yeni bir katman eklemiş.
Girne Kalesi’nin içinde Venedik döneminden kalma toplar, surlarda bulunan devasa kuleler ve Osmanlı dönemine ait hamam, tarihin katmanlarını gözler önüne seriyor. Özellikle Girne Batığı Müzesi’ni görmek etkileyiciydi; bu batık, dünya üzerindeki en eski gemi kalıntılarından biri olarak biliniyormuş.
Akdeniz’in en önemli ticaret ve askeri rotalarından birine hâkim olan Girne Kalesi, yüzyıllar boyunca Kıbrıs’ın savunulmasında kilit rol oynamış. Hem Bizans hem de Venedik dönemlerinde korsan saldırılarına karşı kullanılmış, Osmanlılar döneminde ise adanın kontrolünü sağlayan önemli bir askeri üs olmuş.
Girne Kalesi’ni gezerken, her bir taşın ardında yatan tarihî hikayeleri hissetmek, geçmişi yeniden yaşamak gibiydi. Kalenin surlarına çıkarak Akdeniz’i izlerken, denizin sonsuz maviliği ve tarihin derinliği insanı büyülüyor. Bu gezi, Kıbrıs’ın tarihine dair unutulmaz bir kapı araladı.
Girne kalesi, Lüzinyan Zindanı, Kıbrıs'ın tarihine damgasını vurmuş ve birçok ünlü ismi ağırlamış bir yapı olarak hafızalarda yer eder. Bu zindan, Lüzinyan Krallığı döneminde hem siyasi mahkûmların hem de halktan kişilerin hapsedildiği bir yer olarak bilinmektedir. Kıbrıs’ın acı dolu tarihine tanıklık eden bu zindan, zamanla bir sembol haline gelmiş; özgürlüğün, direnişin ve sabrın simgesi olmuş.
Bu taş yapının soğuk duvarları arasında kimler geçmemiştir ki? Her bir hücrede farklı bir hikâye, her bir taşın arasında farklı bir hayat saklı. Venediklilerin adayı işgali sırasında birçok Kıbrıslı aydın ve kahraman, bu zindanda tutulmuş ve tarih boyunca bu duvarlar, acı dolu haykırışlara tanıklık etmiş.
Ben de Lüzinyan Zindanı’na adım attığımda, o tarihi ve ağır atmosferi içimde hissettim. Her bir taşın arasında yankılanan acılar, insanı derin bir düşünceye sürüklüyor. Zamanında bu soğuk ve karanlık hücrelerde özgürlüğü için mücadele eden o büyük insanlar, bugün hâlâ bizlere yol gösteriyor. Lüzinyan Zindanı, sadece bir yapı değil, Kıbrıs’ın özgürlük mücadelesinin sessiz bir tanığı olarak bizlere geçmişi hatırlatıyor ve bugünü anlamamızda önemli bir rol oynuyor.
Bu mekânda kalan ünlüler, bize sadece geçmişin izlerini değil, aynı zamanda geleceğe dair dersler de bırakıyor. Lüzinyan Zindanı, tarihin unutulmaz anlarını bizlere taşıyan bir köprü gibi… Bu toprakların tarihine dair her bir iz, bizlere özgürlüğün ne kadar değerli olduğunu hatırlatıyor.
Girne Kalesi, ya da rehberimizin dediğine göre Lüzzinyan Kalesi, tarih boyunca pek çok trajediye ve entrikaya sahne olmuş bir yapı. O kalenin karanlık ve soğuk zindanlarında bir zamanlar yatan Kral’ın karısının hikâyesi, içimde derin bir hüzün ve öfke uyandırdı. Gücün ve iktidarın acımasız oyunlarına kurban giden masum bir kadının dramı... Rehberimiz Cem Akça Bey’in de dediği gibi, bu hikâye, zaman içinde adeta masumiyetin ve direnişin sembolü haline gelmiş.
Cem Akça Bey, öğretmenlikten emekli bir kokartlı rehber olarak oldukça donanımlı ve derin bilgilere sahip. Zindanları gezerken anlattığı bu olay beni çok etkiledi. Kralın karısı, suçsuz yere saray entrikalarının ortasında kalmış, iftiralarla zindana atılmıştı. Bir kadına karşı en kolay ve acımasız suçlamalardan biri olan ihanet ve zina iftiralarıyla susturulmak istenmiş. Rehberimizin dediğine göre, bu iftiralarla kadını toplum gözünde değersizleştirip, gücü ellerinde tutanlar kendi çıkarlarını korumayı başarmışlar. Masumiyetin, sarayın acımasız oyunlarına karşı yetersiz kaldığı bir dünyada, Kral’ın karısının dramı hâlâ o zindanların duvarlarında yankılanıyor gibi.
Cem Bey’in rehberliğinde bu trajediyi dinlerken, Kral’ın karısının sadece sevdiği adama değil, adalete de yenik düştüğünü görmek derin bir etki bıraktı. Ancak bu hikâye, her ne kadar hüzünlü olsa da, masumiyetin ve adalet arayışının asırlardır dillerde dolaşan bir sembolü olarak yaşamaya devam ediyor.
Girne Limanı, Kıbrıs’ın Akdeniz’e açılan en güzel ve tarihi limanlarından biri. Liman, adeta bir kartpostal gibi, geçmişin izlerini bugüne taşırken, bu tarihi dokuyu modern yaşamla harmanlıyor. İlk defa Girne’ye adım attığımda, limanın dingin güzelliği beni derinden etkiledi. Sanki Antalya'nın İç Kalesi'ne bakar gibi hissettim. Girne Limanı da tıpkı Antalya’nın tarihi iç kale bölgesi gibi, çevresindeki surlarla korunan bir zenginliğe sahip. Her iki liman da Akdeniz’in mavi sularına nazır duruyor, ama aynı zamanda geçmişten bugüne uzanan hikâyeleriyle farklı bir cazibe sunuyorlar.
Girne Limanı’nın taş zeminli dar sokakları, küçük kafeleri ve restorantları, Antalya İç Kale'sini hatırlatıyor. Limanda yürürken, surların hemen arkasındaki Girne Kalesi tüm ihtişamıyla yükseliyor. Bu kale, Girne’nin tıpkı Antalya’da olduğu gibi bir koruyucusu gibi, limana bakıyor. Her iki liman da, tarih boyunca Akdeniz’in ticaret yollarında önemli birer durak olmuş, savaşlar görmüş ve medeniyetlerin izlerini taşımış. Ancak Girne Limanı’nın sessizliği ve doğallığı, Antalya İç Kalesi'nin daha turistik ve hareketli yapısına nazaran daha içe dönük bir güzelliği barındırıyor.
Bu limanda yürürken, Akdeniz’in rüzgârı yüzüme vuruyor ve her köşede tarihin farklı bir yüzüyle karşılaşıyorum. Girne Limanı, tıpkı Antalya İç Kalesi gibi, zamanın eskitemediği, ama hep yenilenen bir liman olarak ruhumda derin bir iz bıraktı.
Kıbrıs'ta sahilde dolaşırken, dinlenmek ve güzel bir öğün yemek için bir restorana girdik. Temiz ve huzurlu bir ortamda oturup menüye göz gezdirdikten sonra, Kıbrıs mutfağının en özel lezzetlerinden biri olan şeftali kebabını denemeye karar verdik. Şeftali kebabı, adından ötürü ilk anda insanı şaşırtabiliyor. Ancak adını meyve şeftaliden değil, eskiden bu kebabı yapan ustanın isminden alıyormuş.
Kuzu veya keçi etiyle yapılan bu kebap, özellikle taze ve kaliteli iç yağıyla hazırlanıyor, ince bir zarın içine sarılıyor ve kömür ateşinde nar gibi kızarana kadar pişiriliyor. Etin yumuşaklığı, iç yağı ile buluştuğunda ortaya çıkan aromatik tat ve kömür ateşinin verdiği hafif dumanlı lezzet, damaklarda unutulmaz bir iz bırakıyor. Lokma lokma tattığım bu lezzet, tam da bizim damak tadımıza uygun, ne çok ağır ne de hafif, tam kararında bir kıvamdaydı. Şeftali kebabını, Kıbrıs'ın hem kültürel zenginliğini hem de misafirperverliğini yansıtan bir lezzet olarak tarif edebilirim. Kıbrıs mutfağının bu harika lezzetiyle, adanın sıcak ruhunu da hissetmiş oldum.
Kıbrıs buluşmamızın ikinci gününde, otel restoranında bize özel ayrılan alanda gurubumuzla birlikte enfes bir akşam yemeği yedik. Lezzetli ve zengin menüsüyle, her birimizin damak zevkine hitap eden seçeneklerle dolu bir akşam oldu. Yemekten sonra lobide buluşarak tanışma faslına geçtik. Kimi dostlarımızı yıllar sonra ilk kez görüyor, kimilerini ise uzun zamandır süregelen arkadaşlıklarımızın sıcaklığıyla kucaklıyorduk. Sohbetler derinleşirken, içten kahkahalarla eski günleri andık.
Gecenin ilerleyen saatlerinde, Aşık Erdemli sahne aldı. Elindeki sazla, yılların birikimi ve duygularını notalara döktü. Onun içtenlikle söylediği türküler, yüreklere dokunan besteleriyle hepimizi bir anda büyüledi. Türkülerin derin anlamları, her birimizde farklı hatıraları canlandırdı. Hem ruhumuzu hem de kulağımızı doyuran bu muhteşem performans, unutulmaz bir akşamın zirvesi oldu.
Arkadaşlarımız kendi yazdıkları şiirleri okumaları bizi duygulandırdı.
Dostlarımızla paylaştığımız bu değerli anılar, yıllar boyunca hafızalarımızda tazeliğini koruyacak. Bu buluşmaların, bizi her seferinde daha da kenetlediğini hissetmek harika bir duygu.
İsmail Erdal 22.10.2024 Girne
Gezi notları devam edecek.