“Böl ve Yönet: Ayrışmanın Gölgesinde Birlik Arayışı”

Tarih boyunca iktidar sahipleri, egemenliklerini pekiştirmek ve genişletmek için pek çok strateji geliştirmiştir. Bu stratejilerden belki de en acımasızı ve insanlık tarihine en büyük darbeyi vuranı, toplumları bölerek yönetme yöntemidir. “Böl ve yönet” anlayışı, güçlü liderlerin ve imparatorlukların elinde bir yönetim aracı olmuş, toplulukları parçalayarak onları kontrol etmeyi mümkün kılmıştır. Antik çağlardan günümüze kadar uygulanan bu strateji, toplumların huzurunu, birliğini ve geleceğini tehdit etmeye devam etmektedir. Günümüzde, bu stratejiyi yalnızca tarih kitaplarında değil, dünyanın dört bir yanında güncel olaylarda, siyasi söylemlerde ve toplumsal ayrışmalarda görmek mümkündür.

Toplumları birbirine düşman eden bu yöntem, sadece güç sahiplerine kısa vadeli kazançlar sağlamakla kalmaz; aynı zamanda insanlığın ortak değerlerini, barış idealini ve sosyal dokusunu da geri dönülemez şekilde tahrip eder. Bu bağlamda, tarih boyunca bu stratejinin uygulandığı çeşitli coğrafyalardan örnekler üzerinden günümüzün trajik yansımalarını ele alacağız.

Antik çağlardan itibaren “böl ve yönet” stratejisi, toplumların iç dinamiklerini manipüle ederek onları zayıflatmayı ve daha kolay kontrol altına almayı hedeflemiştir. Bu anlayışın izlerini Büyük İskender’in fetihlerinde, Roma İmparatorluğu’nun genişleme stratejilerinde ve Osmanlı’nın son dönemlerinde görmek mümkündür. Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş sürecinde, dış güçler tarafından körüklenen etnik ve mezhepsel ayrışmalar, Anadolu’nun sosyal dokusunu zedelemiş ve bölgenin siyasi yapısını parçalamıştır. Bugün, bu ayrışma stratejisinin farklı bir versiyonunu, aynı coğrafyada ve benzer çatışmalarda görmek şaşırtıcı değildir.

Günümüzde, bu stratejinin en trajik sonuçlarını Ortadoğu’da görmekteyiz. Suriye, Irak ve Libya gibi ülkeler, dış müdahalelerin ve mezhepsel çatışmaların etkisiyle kaosa sürüklenmiştir. Suriye’de 2011 yılında başlayan iç savaş, dış güçlerin mezhepsel gerilimleri körüklemesiyle derinleşmiş, ülkenin toprak bütünlüğünü tehdit eden bir çatışma ortamı yaratmıştır. Irak’ta ise 2003 yılındaki ABD müdahalesi, Saddam Hüseyin rejiminin devrilmesinin ardından Şii ve Sünni gruplar arasındaki gerilimleri artırmış ve El Kaide, DEAŞ gibi terör örgütlerinin doğmasına zemin hazırlamıştır. Libya’da Kaddafi’nin devrilmesinin ardından başlayan iç savaş, ülkeyi milis grupların ve dış güçlerin egemen olduğu bir kaosa sürüklemiştir.

Bu ülkelerde yaşananlar, dış güçlerin çıkarları uğruna toplumların nasıl parçalandığını açıkça göstermektedir. Böl ve yönet stratejisi, yalnızca hedef ülkeleri zayıflatmakla kalmaz; aynı zamanda tüm dünyada kalıcı barış ve güvenlik umutlarını da yok eder.

Türkiye, jeopolitik konumu ve zengin etnik yapısıyla tarih boyunca ayrıştırıcı stratejilerin hedefi olmuştur. Bugün ise bu stratejinin farklı bir versiyonunu, siyasi kutuplaşma ve toplumsal ayrışma şeklinde yaşamaktayız. Mezhep, etnik kimlik, ideoloji ve yaşam tarzı üzerinden yapılan ayrıştırıcı söylemler, toplumsal birliği tehdit etmekte ve halkı birbirine yabancılaştırmaktadır. Siyasi partilerin kullandığı ayrıştırıcı dil, güven ortamını zedelemekte ve toplumun ortak değerlerini aşındırmaktadır. Bu durum, sadece sosyal huzursuzluk yaratmakla kalmamakta, ekonomik kalkınmayı da engellemektedir.

Böl ve yönet stratejisi, günümüzde yalnızca ülkeler ve toplumlar arasında değil, aynı zamanda bireyler arasında da uygulanmaktadır. Dijital çağın en büyük paradokslarından biri, sosyal medyanın insanları birleştirme potansiyeline sahipken, aynı zamanda onları ayrıştırıcı bir araç haline gelmesidir. Algoritmalar, bireyleri belirli ideolojik kamplara yönlendirerek toplumsal kutuplaşmayı artırmakta ve diyalog ortamını yok etmektedir. Amerika Birleşik Devletleri’nde 2016 ve 2020 başkanlık seçimlerinde kullanılan kutuplaştırıcı dil, bu durumun çarpıcı bir örneğidir. İnsanların birbirine düşman gibi bakmasına neden olan bu dijital manipülasyon, demokrasinin temelini oluşturan ortak değerlerin yitirilmesine yol açmaktadır.

Böl ve yönet stratejisi, tarih boyunca toplumsal huzuru ve birliği zedeleyen en etkili silahlardan biri olmuştur. Ancak bu stratejinin başarısı, toplumların buna nasıl yanıt verdiğine bağlıdır. Geçmişin acı tecrübelerinden ders alarak, ayrıştırıcı politikalara karşı bilinçli bir şekilde hareket etmek, bu döngüyü kırmanın tek yoludur. Birlik ve beraberliğimizi korumak, her türlü ayrıştırıcı söylem ve eyleme karşı ortak bir duruş sergilemek, hem bireysel hem de toplumsal bir sorumluluktur.

Tarihi boyunca pek çok zorluğu aşmış olan Türkiye, bu zorluğu da aşabilecek bir potansiyele sahiptir. Yeter ki geçmişin hatalarından ders alalım, geleceği bölünmüş değil, birleşmiş bir toplum olarak inşa edelim. Çünkü güçlü bir Türkiye’nin temeli, milletin ortak değerlerine ve birlikte yaşama iradesine olan inancıdır. İnsanlık, “böl ve yönet” stratejisinin gölgesinde yaşamaya mahkûm değildir. Daha adil, barışçıl ve bütünleşmiş bir gelecek mümkündür. Bunun anahtarı ise, ayrışmayı reddederek birliği savunmaktır.

İsmail Erdal 04.01.2025 Muğla