1950’li yılların çocukluk günlerine dönüp baktığımda, Taşova’nın Atatürk İlkokulu’nda geçen zamanlar aklıma gelir. Babamın esnaflığı sayesinde ilçe merkezinde bir evimiz vardı. Ancak okullar açıldığında, her pazartesi sabahı günün ilk ışıklarıyla birlikte köyüm Tekelüze’den Taşova’ya doğru yola çıkardık. Yol ve ulaşım aracı olmadığından, tam dokuz kilometrelik yolu yürüyerek aşar, ilçeye varırdık. Cumartesi günleri yarım gün süren eğitimin ardından, yine aynı yolu adımlayarak köyümüze dönerdik.

   Bahar ve yaz mevsimleri, çocukluğumun en güzel zamanlarını oluştururdu. Baharın coşkusu, doğanın uyanışıyla kırlarda hissettiğim özgürlük duygusu bambaşkaydı. Yaz aylarında, kırlarda hayvanları otlatır, üzüm bağlarının meyveleri henüz olgunlaşmadığı için bağ bekçiliği yapardık. Mayıs ayının sonlarına doğru, Faravga’dan geçerken büyük bir keyif duyardık. Faravga’nın doğası bir renk cümbüşü gibiydi; en çok haşhaş bitkisinin çiçeklerine ve gelinciklere hayran kalırdım. Faravga yöresinde haşhaş geniş alanlarda ekilirdi. Yaz mevsimi gelip de haşhaş kapsüller haline dönüştüğünde, belli bir dönemde bu kapsüller çizilir ve afyonu alınırdı. Ancak, bir süre sonra devlet kontrol edemediği gerekçesiyle bu bölgedeki haşhaş ekimini yasakladı. Oysa haşhaş, bizim geçim kaynağımızdı.

Her evde, haşhaş tohumlarını sıvı hale getirmek ve hamura katmaya hazırlamak için özel bir malzeme ve demir tokmak bulunurdu. Haşhaşın hazırlanışını izlemek, süreci kontrol etmek benim için bir zevkti. Hazırlayan kişi, parmağıyla karışımdan bir parça alıp bize tattırırdı. Evimizin önünde bize ait bir fırın vardı, ancak ne zaman bu fırın yakılsa, tüm mahalle buraya gelir ve ekmeklerini pişirirdi. En sevdiğim ekmek ise haşhaşlı ve cevizli olanıydı.

Evimizin bahçe duvarı yapılırken oturmak için taşlar yapılmıştı ve bu bölgeye “tutların altı” denirdi. Boş zamanlarda mahallenin erkekleri burada toplanır, sohbet eder ve köyün sorunlarını konuşurlardı. Ekmek pişirenler, her zaman fazla ekmek yapar ve tutların altından geçen herkese yetecek kadar ekmek dağıtırlardı. Bu, köyümüzde nesilden nesile geçen güzel bir gelenekti.

O yılların saflığı, paylaşımcılığı ve doğayla iç içe geçmiş hayatı, bugünlerde özlemle andığım bir tablo gibi hafızamda yer ediyor. Kırlardaki o doğal renk cümbüşü, mahallemizdeki dayanışma ve fırın başında toplanan dostlar, çocukluğumun en değerli hatıralarından biri olarak kalbimde yaşıyor.

İsmail Erdal 15.09.2024 Muğla