“Piramitlerin Gölgesinde: Sakkara’dan Gize’ye Mısır’ın Ebedi Mirası”

Gezimizin ikinci gününde, tarihin derinliklerine doğru unutulmaz bir yolculuk yaptık. Sabahın erken saatlerinde Kahire’nin hareketli sokaklarını geride bırakarak yaklaşık 40 kilometrelik bir mesafeyi kat ettik ve ilk durağımız olan Sakkara’ya vardık. Burası, Eski Mısır medeniyetinin en eski ve en etkileyici anıtlarından birine ev sahipliği yapıyor: Djoser Piramidi.

Bu basamaklı piramit, Firavun Djoser için inşa edilmiş olup, mimar İmhotep’in dehasının bir kanıtı. İmhotep, yalnızca bir mimar değil, aynı zamanda hekim, rahip ve bilge olarak da tarihe geçmiş bir figür. Onun tasarladığı bu yapı, daha sonra inşa edilecek tüm piramitlere ilham kaynağı olmuş. Piramidin her bir basamağı, Mısır’ın gökyüzüne yükselme arzusunu simgeliyor. Rehberimiz, İmhotep’in adını anarken onun ilk “bilim insanı” olarak kabul edildiğini belirtti ve bu bilgi, Eski Mısır’ın yalnızca bir medeniyet değil, aynı zamanda bir bilgi ve bilim merkezi olduğunu bir kez daha hatırlattı.

Ardından, Sakkara nekropolündeki bir başka önemli yapı olan Teti Piramidi’ne doğru ilerledik. Teti, Mısır’ın Altıncı Hanedanlığı’nın ilk firavunu olarak, adını tarihe altın harflerle yazdırmış. Piramidinin içindeki duvar yazıtları ve hiyeroglifler, öteki dünyaya geçiş ritüellerini ve Mısırlıların ölüm sonrası yaşam inançlarını gözler önüne seriyor. Rehberimizin verdiği bilgiye göre, bu yazıtlar “Piramid Metinleri” olarak adlandırılıyor ve Mısır’ın dini ve kültürel anlayışını derinlemesine anlamamıza olanak sağlıyor.

Bir sonraki durağımız, dünyanın yedi harikasından biri olan Gize Piramitleri bölgesiydi. Rehberimiz, piramitlerin yapım sürecine dair ilginç detaylar paylaştı. Keops Piramidi, yapıldığı dönemde yaklaşık 146 metre yüksekliğiyle dünyadaki en yüksek yapı olarak tarihe geçmiş. Bugün bile taşların nasıl kesilip taşındığı ve bu devasa yapının nasıl inşa edildiği tam olarak anlaşılamıyor. Nil Nehri’nin önemli bir ulaşım hattı olarak kullanıldığını ve Aswan’dan çıkarılan granit blokların nehir yoluyla taşındığını öğrenmek, Eski Mısır’ın mühendislik becerilerine olan hayranlığımı artırdı.

Piramitlerin dış yüzeyini kaplayan parlak beyaz kireç taşının zamanla söküldüğünü öğrendiğimizde, bu taşların Kahire Kalesi’nin inşasında kullanıldığını bilmek bizleri biraz hüzünlendirdi. Ancak bu, piramitlerin yalnızca birer mezar değil, aynı zamanda stratejik kaynaklar olarak da görüldüğünü kanıtlıyor. Özellikle rehberimizin Selahaddin Eyyubi dönemine dair anlattıkları, Mısır tarihinin çok katmanlı yapısını gözler önüne serdi.

Kefren Piramidi ve onun hemen önünde yükselen Büyük Sfenks de gezimizin en etkileyici anlarından birini oluşturdu. Sfenks, gövdesi aslan, başı insan formunda olan devasa bir heykel. Rehberimiz, Sfenks’in kefaret, güç ve bilgelik sembolü olduğunu ve kefaret törenlerinde önemli bir rol oynadığını belirtti. Aynı zamanda, Kefren’in cenaze tapınağını ziyaret ederken, Mısırlıların ölüm sonrası yaşam ritüellerine dair daha derin bir anlayış kazandık. Bu tapınakta, firavunun öteki dünyaya geçişini kolaylaştırmak için yapılan törenlerin izlerini gördük.

Gezimiz boyunca öğrendiğimiz bir diğer ilginç bilgi de Mısırlıların taş işçiliğindeki ustalığıydı. Özellikle, piramitlerin en iç kısımlarında kullanılan granit blokların olağanüstü bir hassasiyetle kesilip yerleştirildiğini görmek büyüleyiciydi. Bu mühendislik harikaları, insanın doğayı nasıl şekillendirebileceğinin çarpıcı bir örneği.

Piramitler yalnızca devasa yapılar değil; aynı zamanda Mısır’ın dünya üzerindeki stratejik konumunun da bir simgesi. Rehberimiz, Mısır’ın beş kıtanın kesişim noktasında yer aldığını ve bu nedenle tarih boyunca her zaman önemli bir merkez olduğunu vurguladı. Bu coğrafi avantaj, Mısır’ı hem kültürel hem de ticari açıdan bir cazibe merkezi haline getirmiş.

Bugün, Mısır’ın zengin tarihine doğru büyüleyici bir yolculuk yaptık. Her bir taş, her bir yazıt, insanlık tarihinin derinliklerine açılan bir kapıydı. Bu eşsiz deneyim, Eski Mısır medeniyetinin büyüklüğünü ve hala üzerimizde bıraktığı etkileyici mirası daha iyi anlamamıza yardımcı oldu.

Kahire’deki tarihi yapılar arasında gezinirken, bir yandan geçmişin ihtişamına tanıklık ettik, diğer yandan ise günümüzün acımasız gerçekleriyle yüzleştik. Binlerce yıllık piramitler, tapınaklar ve müzeler insanlık tarihine ışık tutarken, bu eşsiz güzelliklerin gölgesinde bir başka manzara daha vardı: turizmin kar odaklı yüzü ve buna bağlı olarak hayvanlara yapılan eziyetler.

Tarihi mekanların girişlerinde sıralanmış satıcıların turistlere yönelik aşırı ısrarcı tavırları, güzel bir deneyimi gölgeleyen ilk detay oldu. Ancak en üzücü olanı, insan eliyle sürdürülen zulmü gözler önüne seren başka bir manzara idi: at arabaları ve develer. Yük taşımaktan yorgun düşmüş bu hayvanlar, turistleri taşımak adına sıcağın ve sürekli yorgunluğun altında eziliyorlardı. Bedenleri kadar ruhlarının da yorgun olduğu her hallerinden belliydi.

İnsanın içi sızlıyor. Oysa modern çağda, teknolojiyle her soruna bir çözüm bulmak mümkün. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin adalarda yaptığı gibi, neden burada da elektrikli araçlar kullanılmasın? İstanbul, at arabalarını kaldırarak o güzelim hayvanları özgürleştirdi. Adaların sokaklarını artık sessiz ve çevre dostu araçlar dolduruyor; hayvanların boyunduruk altında can vermesi son buldu. Mısır’da da bu modelin benimsenmesi, tarihi yerlerde hem ziyaretçilerin konforunu artıracak hem de hayvanların yaşam kalitesini yükseltecektir.

Mısır’ın görkemli tarihi, yalnızca taşlara ve eserlere değil, aynı zamanda bu toprakların canlılarına da saygı göstermemizi gerektirir. Tarihi zenginliği korumak, geçmişten ders alıp daha insancıl bir geleceğe yönelmek demektir. Atların ve develerin sırtından geçinen bu düzen değişmeli; tarihin huzurunda hayvanların da huzur bulması sağlanmalıdır.

Dilerim ki gün gelir, piramitlerin gölgesinde, atlar ve develer özgürce koşturur; bizler ise onların bu özgürlüğünü izleyerek o anın tadını çıkarırız. Çünkü bir medeniyetin büyüklüğü, yalnızca eserleriyle değil, aynı zamanda tüm canlılara gösterdiği merhametle de ölçülür.

Yolculuğumuzun her anı, tarihin sessiz tanıkları olan bu anıtların ne kadar önemli olduğunu bir kez daha gösterdi. Piramitlerin gölgesinde geçen bir gün, insanlığın sınır tanımaz hayal gücünü ve yaratma arzusunu onurlandıran bir deneyim oldu.

 İsmail Erdal 07.11.2024 Kahire