“Mısır’da Dünyanın Oluşumu: Atomdan Tanrılara Uzanan Bilgelik”

Mısır gezisi sırasında rehberimiz Mahmoud Monroe Turkish Guide Egypt anlattıkları beni derin düşüncelere sürükledi. Eski Mısır rahiplerinin dünyanın oluşumuna dair görüşleri, günümüz bilim dünyasıyla inanılmaz bir benzerlik gösteriyordu. Rehberimiz, MÖ dönemde Mısırlı rahiplerin dünyanın başlangıcını anlatırken her şeyin bir “atom” ile başladığını söylediklerini ifade etti. Bu atom, bugün bildiğimiz anlamda maddenin en küçük yapı taşı olarak değil, her şeyin kökeni ve düzenin kaynağı olarak görülüyordu.

Rahipler, bu atomdan hareketle dünyanın nasıl oluştuğunu açıklamışlardı. Onlara göre, evrenin başlangıcında yalnızca iki temel madde vardı: su ve hava. Bu iki madde, düzenin ilk unsurları olarak evrenin şekillenmesini sağladı. Rehberimiz, rahiplerin suya “Nun” ve havaya “Shu” adını verdiklerini, toprakları ise Geb olarak tanımladıklarını söyledi. Ancak burada dikkat çeken nokta, bu elementlerin yalnızca fiziksel unsurlar değil, aynı zamanda tanrısal varlıklar olarak kabul edilmesiydi. Eski Mısırlılar için su, hava ve toprak sadece maddi varlıklar değil, evrenin düzenini sağlayan kutsal güçlerdi.

MÖ dönemde bu anlatıların, bilimin maddenin en küçük yapı taşının “atom” olduğunu açıklamasıyla örtüştüğünü öğrenmek beni hayrete düşürdü. Rehberimiz, Mısır rahiplerinin dünyanın oluşumunu bu şekilde açıklamaya çalışarak aslında bilimsel bir temel oluşturduklarını belirtti. Bugün su, hava ve toprağı bilimsel terimlerle inceliyoruz, ancak Mısırlılar bu unsurları tanrılaştırarak anlamaya çalışmışlardı. Aradaki fark, onların bu maddelere ilahi bir rol atfetmeleriydi.

Eski Mısırlılar’ın bıraktığı yazılar ve resimler de bu bilgilerin aktarımında büyük rol oynuyordu. Piramitlerin içindeki duvar resimlerinde ve hiyerogliflerde dünya düzenine, yaşamın döngüsüne dair birçok bilgi gizliydi. Rehberimiz, bu resimlerde görülen sembollerin bazılarının günümüzde büyük şirketlerin amblemleriyle benzerlik taşıdığını söylediğinde hayret ettim. Örneğin, bir göz sembolünün dünya genelinde farklı bağlamlarda hala kullanıldığını görmek, eski Mısır’ın kültürel mirasının ne kadar derin olduğunu bir kez daha kanıtlıyordu.

Bu anlatılar beni geçmişle bugün arasında bir köprü kurmaya itti. Rehberimizin anlattıklarından yola çıkarak, eski Mısırlıların bilimin birçok dalında ne kadar ileri olduklarını fark ettim. Özellikle geometri ve matematikteki başarıları, Nil Nehri’nin taşkınlarını hesaplayarak topraklarını verimli kullanmalarından kaynaklanıyordu. Geometrinin doğuşunun Nil Deltası’nda olması da tesadüf değildi. Mısır’ın tarım ve yapı tekniklerindeki ustalığı, bilimsel düşüncenin doğduğu bu toprakların önemini gözler önüne seriyordu.

Fakat Mısır tarihinin belki de en büyük kaybı, İskenderiye Kütüphanesi’nde yaşanan yangın oldu. Rehberimiz bu kütüphanede yüz binlerce eserin yer aldığını, eğer o kitaplar yok olmasaydı bugün bilimin çok daha ileride olabileceğini söyledi. O an, bilginin değerini ve korunmasının ne kadar hayati olduğunu bir kez daha anladım. Eski Mısır’daki bilimsel birikim, bu kadim uygarlığın dünya tarihine bıraktığı en büyük miraslardan biriydi.

Tüm bu bilgiler ve rahiplerin evrene dair görüşleri, Mısır’a olan ilgimi daha da artırdı. Antik tapınakların taş duvarlarında anlatılan hikayeler, insanlık tarihinin bilimsel ve kültürel yolculuğunun en önemli kilometre taşlarından biriydi. İskenderiye’de ve Kahire’de gördüklerim, Mısır’ın sadece bir turistik gezi değil, aynı zamanda bir bilgi ve keşif yolculuğu olduğunu gösterdi.

İsmail Erdal  17.11.2024 Muğla