“Toprağın Kokusu, Bilginin Işığı: Köy Enstitüsü Öğrencilerinin Yolculuğu”

Ben de Köy Enstitüleri’nin dönüştürülmüş bir hali olan Akpınar Köy Enstitüsü’nden, daha sonraki adıyla Akpınar Öğretmen Okulu’ndan mezun oldum. O dönem, Köy Enstitüleri’nin ruhu hâlâ yaşıyordu. Bizler, Köy Enstitüsü’nden kalan öğretmenlerimizin rehberliğinde, onların mirasını ve eğitim anlayışını birebir yaşayarak büyüdük. Onların yaptığı yatakhanelerde yattık, hamamlarında yıkandık, yemeklerini yediğimiz yemekhanelerinde oturduk. O tarlalarda çalışıp o toprağın kokusunu içimize çekerken, sütlerinden içip ballarından yerken, Cumhuriyet’in aydınlanma idealinin bize sunduğu havayı soluduk. İşte o günlerin izleri, bugün hayatımın her anında bana rehberlik etmeye devam ediyor.

Köy Enstitüleri, Türkiye Cumhuriyeti’nin en aydınlık projelerinden biriydi. Derme çatma olarak nitelendirilen o yapılar, kırsaldan gelen yoksul çocukların, yani Anadolu’nun gerçek sahiplerinin eğitimle buluştuğu, hayata hazırlandığı okullardı. Bu okullarda ne tecavüz, ne ihmalkârlıktan kaynaklanan bir yangın, ne de bir ölüm yaşandı. Çünkü bu enstitüler sadece fiziksel bir eğitim yuvası değil, aynı zamanda erdem, ahlak ve bilgelik inşa eden birer medeniyet merkeziydi.

Köy Enstitüleri’nin amacı, yoksul köy çocuklarını eğitmekle kalmayıp, onları hem köylerine hem de ülkenin geleceğine ışık tutacak liderler hâline getirmekti. O yıllarda köylerde elektrik bile yokken, bu okullar modern tarım, el sanatları ve eğitim tekniklerini kırsala taşıdı. Bu öğrenciler, öğretmen, sağlıkçı, ziraatçı olarak geri döndüler. Öğrettikleri sadece okuma yazma değil; insanlık, üretim, dayanışma ve çağdaşlaşmaydı.

Ancak bu enstitüler neden kapatıldı? Bunun sebebi, onların başarılarından duyulan rahatsızlıktır. Köy Enstitüleri, özgür düşünceyi ve üretken bireyi destekleyen bir yapıydı. Bu yapı, ne yazık ki, belirli çevrelerin güdümlü bireyler yetiştirme arzusuna ters düşüyordu. Düşünen, sorgulayan ve üreten bir nesil, dogmatik ve baskıcı düzenler için bir tehdit olarak algılandı. Bu sebeple enstitüler “komünist yuvası” gibi suçlamalarla itibarsızlaştırıldı ve kapatıldı. Aslında bu suçlama, onların gerçek misyonunu gölgelemek için bir bahaneydi.

Cumhuriyetin o ilk yıllarındaki aydınlanma meşalesi, köylerdeki bu enstitülerle Anadolu’nun her köşesine ulaşmıştı. Ancak, aydınlanmadan rahatsız olan çevreler, bu ışığı söndürmek için çalıştılar. Eğitimde üretim temelli yaklaşımı benimseyen Köy Enstitüleri, modern Türkiye’nin hayalini kuran bireyler yetiştirdi. Ama ne yazık ki, bu bireylerin yetiştiği ortam ortadan kaldırılarak, ülke karanlığa doğru bir adım attı.

Bugün baktığımızda, Köy Enstitüleri’nin izlerini hâlâ görebiliriz. Bu okullardan mezun olan öğretmenler, yazdıkları kitaplarla, anlattıkları hikâyelerle ve sürdükleri izlerle Cumhuriyet’in değerlerini yaşatmaya devam ettiler. Ancak, bu eksikliğin yerini doldurabilecek yeni bir eğitim modeli oluşturulmadığı için eğitim sistemimiz hâlâ sancılar çekmektedir.

Köy Enstitüleri, sadece köylüyü eğitmeyi değil, kırsalı üretim merkezine dönüştürmeyi de hedefledi. Her öğrenci, okul bahçesinde bir fidan diker, tarlasını sürer, marangozluk yapar, hem teorik hem de pratik bilgiyle donanırdı. Bu model, Türkiye gibi tarım toplumları için benzersiz bir fırsattı. Ancak bu ışık söndürülünce, kırsal kesim kaderine terk edildi, üretim yerine tüketim odaklı bir sistem hâkim oldu.

Sonuç olarak, Köy Enstitüleri’nin kapanması, Türkiye’nin aydınlık geleceğine vurulan en büyük darbelerden biri oldu. Ancak onların hikayesi bize çok şey öğretiyor: Eğitimin gücünü, düşüncenin dönüştürücü etkisini ve insan emeğinin neler başarabileceğini. Bugün, Köy Enstitüleri’nin mirasına sahip çıkmak, yeni kuşaklara aynı ruhu kazandırmak ve Cumhuriyetin ideallerine sadık kalmak her birimizin görevidir. O okullar, Cumhuriyetin kolonlarıydı; şimdi bu kolonları yeniden inşa etmenin yollarını aramalıyız.

İsmail Erdal