“Doğa Yok Olursa Gelecek Susar: Muğla’dan Türkiye’ye Bir Uyarı”

2024 yılı, Türkiye’nin doğal güzelliklerine yönelik tahribatların acı bir şekilde arttığı bir yıl oldu. İnsan eliyle yaratılan felaketlerin başında çimento fabrikalarının tarım alanlarına ve yeşil örtüye verdiği zarar, kıyılara yapılan uygunsuz otel inşaatları, kontrolsüz orman yangınları ve tarım arazilerinin bilinçsizce yok edilmesi geliyor. Bu durum, sadece Muğla gibi doğa harikası bölgeler için değil, tüm Türkiye’nin ekosistemi ve geleceği için büyük bir tehdit oluşturuyor.

Muğla, denizi, koyları ve zeytinlikleri ile yalnızca Türkiye’nin değil, dünyanın göz bebeği bir bölge. Ancak 2024 yılında, çimento fabrikası gibi doğayı katleden projelerle Muğla’nın zenginlikleri geri dönülmez bir şekilde yok edilmeye başlandı. Çimento fabrikaları için kesilen ağaçlar, zeytinliklerin yerle bir edilmesi ve tarım alanlarının talan edilmesi, bölge halkını derinden yaraladı. İnsanların ve doğanın birlikte yaşayabileceği bu alanlar, artık toz, beton ve kimyasal atıklarla anılıyor. Bu tahribatın ardından gelecek nesillere nasıl bir miras bırakacağımız ise büyük bir soru işareti.

Türkiye’nin dört bir yanında olduğu gibi, Muğla kıyıları da plansız yapılaşmanın kurbanı oldu. Oksijen deposu ormanların yerine oteller dikilerek ekosisteme ağır darbeler vuruldu. Sahil şeritlerine yapılan oteller, yalnızca doğal yapıyı bozmakla kalmadı; aynı zamanda halkın ortak kullanım alanlarını da gasp etti. Kıyılar, deniz kaplumbağaları ve kuşlar gibi canlıların doğal yaşam alanıyken, şimdi betonla kaplı birer turizm merkezi haline getirildi. Üstelik bu yapıların birçoğu imar yasalarına aykırı şekilde inşa edildi.

2020 den başlayan 2024 yılına kadar,orman  yangınları, daha önce hiç olmadığı kadar artış gösterdi. Özellikle Akdeniz ve Ege bölgelerindeki yangınlar, hem doğal yaşamı hem de yerel halkın geçim kaynaklarını tehdit etti. Ne yazık ki, bu yangınların büyük bir kısmı insan eliyle çıkarıldı ve tahrip edilen alanların yerine oteller ya da villalar inşa edildi. Doğa, bu açgözlülüğün bedelini ağır ödedi. Bir yanda alevler içinde kalan ormanlar, diğer yanda susuzluk ve çölleşme tehlikesiyle karşı karşıya kalan bölgeler…

2024 yılı, Türkiye’nin doğal zenginliklerinin insan faaliyetleri sonucu ciddi tehditlerle karşılaştığı bir dönem olarak hafızalara kazındı. Özellikle hidroelektrik santraller (HES) ve altın madenciliği projeleri, ormanların tahrip edilmesine, su kaynaklarının kirlenmesine ve ekolojik dengenin bozulmasına yol açtı.

HES projeleri, enerji üretimi amacıyla nehirlerin üzerine inşa edilen yapılar olarak bilinir. Ancak, bu projelerin hayata geçirilmesi sırasında binlerce ağaç kesilmekte, nehirlerin doğal akışı engellenmekte ve su ekosistemleri zarar görmektedir. Örneğin, Doğu Karadeniz Bölgesi’nde yoğunlaşan HES projeleri, bölgenin derin vadilerindeki akarsu ekosistemlerini tehdit etmekte, biyolojik çeşitliliği azaltmakta ve erozyon riskini artırmaktadır.

Altın madenciliği ise, değerli bir metal olan altının çıkarılması sürecinde çevreye ciddi zararlar vermektedir. Altın madenciliğinde yaygın olarak kullanılan siyanür liçi yöntemi, toprağın ve suyun kirlenmesine neden olmaktadır. Özellikle, Erzincan İliç’te faaliyet gösteren altın madeni, Fırat Nehri’ne yakınlığı nedeniyle su kaynakları için büyük bir tehdit oluşturmaktadır.

Bu tür projeler, sadece doğal habitatları yok etmekle kalmaz, aynı zamanda yerel halkın geçim kaynaklarını da olumsuz etkiler. Örneğin, Çanakkale Lapseki’de planlanan yeni bir altın madeni projesi, 426,91 hektarlık orman ekosistemini yok edecek ve bölgedeki tarım arazilerini tehdit edecektir.

Kaz Dağları, dünyanın oksijen deposu olarak bilinirken, altın arama uğruna feda ediliyor. Oysa toprağın üstü, altından çok daha değerlidir. Binlerce yıllık ormanlar, zengin ekosistem ve su kaynakları, kısa vadeli ekonomik kazanç uğruna yok edilmemelidir. İnsanlık, doğal kaynakların sınırsız olmadığını artık anlamalı ve bu yıkımı durdurmalıdır. Unutulmamalıdır ki Kaz Dağları’nın nefesi, sadece bölgeyi değil, tüm dünyayı yaşatmaktadır. Bu değerli coğrafyanın korunması, geleceğe bırakılacak en büyük miraslardan biridir.

Sonuç: Geleceğimiz İçin Sorumluluk Alma Zamanı;

Doğanın korunması ve sürdürülebilir kalkınma hedeflerine ulaşmak, her bireyin ve sivil toplum kuruluşunun ortak sorumluluğudur.

Günlük yaşamımızda alacağımız basit önlemlerle çevreye olan etkilerimizi azaltabiliriz.

Örneğin, araç kullanırken yollara sigara izmariti atmamak, kamp ve piknik alanlarında çöplerimizi toplamak gibi küçük adımlar, doğanın korunmasında büyük farklar yaratır.

Sivil toplum kuruluşları, çevre bilincinin yaygınlaştırılmasında kritik bir rol oynar.

Toplumu bilinçlendirme, eğitim ve farkındalık kampanyalarıyla çevreye duyarlı nesiller yetiştirilmesine katkı sağlarlar.

Bu kuruluşların etkin çalışmaları, çevre politikalarının uygulanmasında ve denetlenmesinde de önemli bir destek mekanizması oluşturur.

Unutmayalım ki, çevreye duyarlı davranışlar sergilemek ve doğayı korumak, gelecek nesillere yaşanabilir bir dünya bırakmanın anahtarıdır.

Hep birlikte atacağımız adımlar, sürdürülebilir bir gelecek için sağlam temeller oluşturacaktır.

Çevreye saygılı bir yaşam tarzını benimsemek, hem kendi sağlığımız hem de gezegenimizin geleceği için vazgeçilmez bir gerekliliktir.

Bu bilinçle hareket ederek, daha temiz, daha yeşil ve daha yaşanabilir bir dünya inşa edebiliriz.

İsmail Erdal 01.01.2025  Muğla