"Afrika: İnsanlığın Geleceği ve Sömürülen Kıtanın Çığlığı"
Afrika, dünyanın en büyük kıtalarından biri olarak, yalnızca yüzölçümüyle değil, sahip olduğu doğal zenginliklerle de insanlığın geleceğinde kritik bir yere sahiptir. Kıta, 30,37 milyon kilometrekarelik geniş bir alanı kaplamakla kalmaz, aynı zamanda dünya tarım arazilerinin %60’ını, altın rezervinin %40’ını, elmas rezervinin %33’ünü ve kobalt rezervinin %60’ını barındırır. Demokratik Kongo Cumhuriyeti gibi ülkeleri, neredeyse tüm dünyayı doyurabilecek tarım potansiyeline sahiptir. Ancak bu kadar zenginliğin ortasında, kıtanın birçok insanı yoksulluk ve açlıkla boğuşmaktadır. Bu trajedi, Afrika’nın sömürgeci güçler tarafından uzun yıllardır sistematik olarak sömürüldüğünün en somut göstergesidir.
Afrika’nın doğal kaynakları, dünya endüstrisinin temel taşlarıdır. Özellikle kobalt ve koltan gibi mineraller, günümüz teknolojisinin kalbini oluşturan otomobil akülerinden elektronik cihazlara kadar pek çok alanda kullanılır. Ancak bu kaynakların işletilmesi ve kazancı, kıtada yaşayanların ellerinden alınmıştır. Afrika, zenginliğiyle dünyayı beslerken, kendi halkına yoksulluğu reva gören bir sistemin kurbanı olmuştur. Sömürü düzeni, kıtanın insanlarını eğitimden ve teknolojik ilerlemeden uzak tutarak, bu kaynakların yerel halkın kontrolüne geçmesini engellemiştir.
Afrika’nın zengin toprakları, aslında tüm dünyayı doyurabilecek tarımsal kapasiteye sahiptir. Ancak emperyalist güçler, kıtanın tarım potansiyelini değil, yalnızca madenlerini ve kaynaklarını sömürmeyi tercih etmişlerdir. Bu süreçte, Afrika halkını birbirine düşüren iç savaşlar, siyasi istikrarsızlık ve eğitim yoksunluğu birer araç olarak kullanılmıştır. Yerel halk, kendi kaderini tayin etmek yerine, dış güçlerin çizdiği sınırlar ve dayattığı sistemler içinde yaşamaya mahkûm edilmiştir.
Kıtadaki bu trajedi, sömürgeciliğin modern dünyada devam eden en açık örneğidir. Batı dünyası, Afrika’yı yalnızca bir hammadde kaynağı ve pazar olarak görmüş, kıtanın zenginliğini kendi endüstriyel büyümesine tahsis etmiştir. Bunun sonucunda, Afrika halkı açlık ve sefaletle boğuşurken, Batı’nın refah düzeyi artmıştır. Bu adaletsiz düzen, sadece Afrika’yı değil, tüm dünyayı tehdit eden bir dengesizlik yaratmaktadır.
Afrika’nın tarımsal ve kültürel potansiyeli, yalnızca kıtanın değil, insanlığın geleceği için bir umut kaynağıdır. Ancak bu potansiyelin gerçeğe dönüşmesi, Afrika halkının kendi kaynakları üzerindeki kontrolünü yeniden kazanmasına bağlıdır. Eğer Afrika, kendi işletme ve üretim araçlarını devralırsa, dünya üzerindeki güç dengelerini kökten değiştirecek bir dönüşüm gerçekleştirebilir. Bu dönüşüm, yalnızca Afrika’nın değil, insanlığın ortak geleceği için de büyük bir anlam taşıyacaktır.
Afrika, yalnızca doğal kaynaklarıyla değil, kültürel zenginlikleriyle de dünya medeniyetine eşsiz bir katkı sunmaktadır. Dans, müzik, mimari ve sanat gibi alanlarda benzersiz bir çeşitliliğe sahip olan kıta, insanlık tarihinin en eski yerleşim yerlerinden biridir. Ancak bu zenginlik, aynı zamanda kıtayı sömürgeci güçlerin hedefi haline getirmiştir. Afrika’nın potansiyelinin farkına varılması ve korunması, yalnızca kıta halkının değil, tüm dünyanın sorumluluğundadır.
Bugün Afrika’nın karşı karşıya olduğu sorunlar, insanlığın ortak utancıdır. Açlık, yoksulluk ve savaşlar, kıtanın gerçek potansiyelini gölgede bırakmaktadır. Ancak bu durum, değiştirilebilir. Afrika’nın doğal kaynaklarının adil bir şekilde kullanılması, kıtadaki eğitim ve sağlık sistemlerinin güçlendirilmesi, yerel ekonomilerin desteklenmesi ve halkın kendi geleceğini tayin edebilmesi için uluslararası toplumun üzerine düşeni yapması gerekmektedir.
Afrika, insanlığın geleceğini temsil etmektedir. Kıta, genç ve dinamik nüfusuyla, zengin tarım alanları ve doğal kaynaklarıyla, dünyayı doyurabilecek ve teknolojik ilerlemeyi yönlendirebilecek bir potansiyele sahiptir. Ancak bu potansiyelin gerçeğe dönüşmesi, sömürgeci sistemlerin yıkılması ve adil bir dünya düzeninin kurulmasıyla mümkündür. Afrika’nın çığlığını duymak ve bu kıtanın hak ettiği geleceğe kavuşmasını sağlamak, yalnızca bir insanlık borcu değil, aynı zamanda tüm dünyayı daha yaşanabilir kılacak bir zorunluluktur.
Sömürgeci ve emperyalist devletler, Afrika’yı talan ettikleri gibi, geri kalmış ve kasıtlı olarak geri bırakılmış ülkelerde de benzer planlar uygulayarak yeni sömürgeler yaratmaktadırlar. Bu strateji, doğrudan işgal yerine, vekâlet savaşları ve iç karışıklıklar çıkararak ülkeleri kendi pazarları haline getirme amacını taşır.
Emperyalist güçler, dünyanın farklı bölgelerinde de benzer stratejiler uygulamaktadır. Güçsüz devletleri koruma bahanesiyle, bilimden uzaklaştıracak gerici yönetimleri destekleyerek, bu ülkelerin kalkınmasını engellemekte ve kendi çıkarlarına hizmet eden yönetimler oluşturmaktadırlar. Bu durum, ülkelerin iç işlerine müdahale edilerek, ekonomik ve siyasi bağımlılıklarının sürdürülmesiyle sonuçlanmaktadır.
Sonuç olarak, emperyalist devletlerin sömürgecilik stratejileri, doğrudan işgalden ziyade, vekâlet savaşları, iç karışıklıklar ve gerici yönetimlerin desteklenmesi yoluyla devam etmektedir. Bu yöntemler, hedef ülkelerin bağımsızlıklarını zayıflatmakta, kalkınmalarını engellemekte ve emperyalist güçlerin çıkarlarına hizmet eden yeni sömürgeler yaratmaktadır.
İsmail Erdal 31.12.2024 Muğla